Gelincikler Ağıt Yakmaz #1

Gelincikler Ağıt Yakmaz
Hatırla. 
Yoksa çok geç olacak.
On üç kasım iki bin on sekiz.
Salı akşamı,
saat on dokuz otuz bir.

       'Bir anda gerçekleşen şeylerin anlaşılmak için zamana ihtiyacı vardır.' yazmak istedi bir yerlere. Bu kayıkta oturuyor oluşunun, yosun kokusuna rağmen derin soluklar alışının, yüreğinin üzerindeki dikişlerin kaşınıyor oluşunun hatta... Tüm bu karmaşıklığın kendisine fark ettirilmeyen bir anlamı olmalıydı. Mai her şeyden daha çok yazmak istiyordu şu anda. Her şeyden daha çok kaybolmak...
       "Bekleyen var mı?" dedi kayıkçı çatık kaşlarından asla beklenmeyecek babacan bir sesle. Mai titreyen göz bebekleriyle baktı karşısındaki adama. Uzun zaman olmuştu konuşmayalı. Sustukları öylesine tıkanmıştı ki boğazında, tek kelime çıkmıyordu dudaklarından.Üstelik bu cevapsız bir soruydu onun için... Kendisi bile burada olmayı beklemezken, o bekliyor muydu?
       Kederli bakışlarını kar beyaz ellerine dikip derin bir nefes çekti içine, yosun kokusu ciğerlerine doldu. Elleri çok uzun bir süredir böyle soğuktu. Yumuşak bir melodiye eşlik eden tatlı ıslık sesi böldü gergin sessizliği. Çantasının küçük ön gözüne uzanıp telefonunu çıkarttı. İskender... arıyordu. İskender'i ne zaman görse o korkunç anlar geliyordu aklına. En yakın arkadaşını dahası kuzenini böyle bir anıyla bütünleştirmek kalbini ağrıtıyordu. Telefonu açıp kulağına yaklaştırdı.


       -Gitmedin." dedi Karahan'ın öfkeli sesi İskender'in telefonundan. "Lanet olası akıl hastasını siktir ettiğini ve hayatının tadını çıkarmaya karar verdiğini yazmıştın Mai. Oraya gitmediğini söyle!"
Karahan bağırmaya devam ederken telefonu kulağından sakince uzaklaştırdı ve kapatma tuşuna basıp çantasına tıkıştırdı. Kayıkçı omuzlarını silkti sakince. İlk kez görmüyordu böyle bir sahneyi. Çok daha kötülerini gördüğünü düşündü kıyıya yaklaşırken. 
       "Birazdan karaya varacağız." dedi katran karası sesiyle.
      Mai derin bir soluk çekti içine, yosun kokusu ciğerlerine doldu. Karaya varmayı delicesine istemesine rağmen kıyıya vurmuş hissediyordu.'Bir anda gerçekleşen şeylerin anlaşılmak için zamana ihtiyacı vardır.' yazmak istiyordu parmakları. Her şeyin nasıl başladığını hatırlarsa belki anlardı...
                                                      *                       *                     *

   On üç kasım iki bin on beş.
Cuma akşamı,
saat on dokuz otuz bir.

       -O kocaman karnıyla o kadar çok hazırlık yaptı ki, eğer gelmezsen  Müzeyyen çok üzülür." diyen kuzenine hak vermeden edemedi Mai.
       "Yaşlı cadı benim için yeni bir fal bakmaya karar verene kadar o eve adımımı atmayacağımı sana söyledim İskender. Boşuna ısrar etme. İnatçılığımın kime benzediği hakkında tartışmayalım seninle."
Telefondan hışırtılı bir kaç ses duyunca, İskender'in ahizeyi eliyle kapatıp babaannesine kaş göz yaptığı çok şirin bir hayal canlandı zihninin derinliklerinde.
       -Beğenmezse suya tutarmış." dedi İskender. Mai onun söylediği yalanın kokusunu kilometrelerce öteden duyumsamış olsa bile Müzeyyen'in bu düşünceli hareketini göz ardı edip onu gücendirmeyi hiç mi hiç istemiyordu.
       "Tamam o zaman. Akşama eksik bir şey var mı?"
İskender'in cevabını duyamadan kapı şiddetle sonuna kadar açılıp duvara çarptı. Gözleri çakmak çakmak parlayan bir adam elinde kendi dergisinin son sayısını buruşturup masasına fırlatırken, tükürükler eşliğinde hadsiz bir soru yöneltti Mai'ye;
      "Hangi sıfatla?!" Öyle yüksek sesle bağırdı ki Mai onun tüm İstanbul tarafından duyulduğuna emindi. Gözleri sonuna kadar açık olan kapıda ve hülyalı gözlerle Giz Aslanoğlu'nu izleyen kızların üstünde gezindi bir süre. Elindeki telefonu masanın üstüne bırakırken düşünmeye çalıştı. Bu sinirden kudurmuş bir insanı ilk görüşü değildi. Kendisi sivri dilli bir gazeteciydi ve çoğu zaman bunun bedellerini çok ağır ödemişti. Yine de Giz Aslanoğlu'nun böylesine bir tepki göstermesine neden olacak ne yazdığını anımsayamadı.
...
Geçirdiği trafik kazası sonucu iki bacağını da kırdığı için derslerine katılamayan bekar, yakışıklı ve fazlasıyla çapkın Prof. Giz Aslanoğlu bile burada. Onunla ilgili küçük bir aydınlatma yapmadan edemeyeceğim, kendisinin iki bacağı, ahtapot gibi yanındaki sarışına yapışan kolları ve hatta kızın sümüklerini kadar her yerini yalayan dili bile gayet sağlıklı gözüküyor. Umarım kuzeninizin rapor yazmak alanında uzman bir cerrah olması sizi dekanın gazabından koruyabilir Giz Bey
...
       Hatırlayamayacağı detaylar olabileceğini düşünerek masasına fırlatılan dergiye uzandı. Derginin sayfasını usul usul çevirirken kapıda duran kızlara; 
"Bize iki kahve." dedi usulca. 
'Gerçek dışı hiçbir şey yazmamışım.'  diye düşündü aradığı sayfayı bulduğunda. 
"Benimle dalga geçiyor olmalısın ruh emici. Buraya kahveni içmeye değil özrünü dinlemeye geldim. Hemen şimdi dizlerinin üzerine çöküp benden af dilemezsen seni buna pişman ederim!" Mai onun benzetmesine  yüzünü buruşturmamak için çok zor tuttu kendisini. Giz'in onu hatırlayabileceğini hiç düşünmemişti. Ona ilk kez böyle seslendiğinde sadece 5 yaşındaydı, okulundaki ilk ve son günüydü. Bu genç adam kendisine bu lakabı takarak onda nasıl düzeltilemeyecek yaralar açtığının farkında mıydı acaba? Boğazını temizleyip, inci gibi dişlerini gösterecek tatlı bir gülümseme bahşederken, 
"Kahvenin çözemeyeceği hiç bir sorun bilmiyorum" dedi ihtiyatla. Eğer adamın yüzüne dikkatli bir şekilde baksaydı yüzündeki bocalamayı, dişlerine odaklanıp kalışını ve yüzündeki dumura uğramış ifadeyi çok net bir şekilde görürdü. 
"Dişlerin güzelmiş." dedi Giz gerçek bir şaşkınlıkla. Onun kadar Mai de şaşırdı bu iltifata. 
"Anlayamadım." dedi şaşkınlığını gizlemeye çalışarak. 
Giz gözlerini kızın dişlerinden çekti ve bir anda gerçekliğe dönüverdi. 
"Şaşırdım sadece." dedi omuzlarını silkerek. "Güzel bir parçan olabileceğini düşünmemiştim."
Başından aşağı kaynar sular dökülseydi bile Mai'nin canı böylesine yanmazdı. Nazenin kahvelerle birlikte içeriye girdiğinde derin bir nefes çekmeye çalıştı ciğerlerine. 


"Lanet kahveyi istemiyorum." diye kükredi genç adam. Nazenin korku dolu gözlerini Mai'ye diktiğinde genç kadın çıkması için ona işaret verdi.
 "Özrünü istiyorum."
Mai narin omuzlarını silkerek onu anlamaya çalıştı. 
"Neden sizden bir özür dilemem gerektiğini tam olarak anlayamıyorum Giz Bey..." 
O konuşurken adamın gözleri istemsizce dişlerine kayıyordu. Boş bakışları gözlerini bulduğunda öfke yeni bir kıvılcımla göz bebeklerine dönüyordu ama söylediklerine tam olarak odaklanamadığını düşündü genç kadın.
"Neden sizden bir özür dilemem gerektiğini tam olarak anlayamıyorum..." diye tekrar etti kafasını sağ tarafında kalan aynasına çevirerek. Dişlerinde bir şey kalmış olması ihtimali içini huzursuz ediyordu ve aynada kendine bakma dürtüsüne engel olmakta zorlanıyordu.  
"Beni bütün cemiyete rezil ettiğin için tabi ki ..."dedi beş dakika önceki hiddetine dönen genç adam.
"Yanılıyorsunuz." dedi Mai buz mavisi gözlerini adamın güneş gibi parıldayan sarı harelerine dikerken. "Ben sadece sizin saklamayı umarak mesuliyetini kabul ettiğiniz gerçekleri dile getirdim. Kendinizi rezil ettiğinizi söylemeye çalışıyorsanız, o başka." 
       İşaret parmağını tehditvari bir şekilde sallayıp kapıya yönelen genç adam;
"Sana yemin ediyorum. Bu güne geri dönebilmek için yalvaracaksın." diye bağırdı."Yalvaracaksın ama çok geç olacak."

Yorumlar

  1. Harika, cümleler o kadar akıcı ki bitmesin istiyorsunuz. Çok beğendim, emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Blogunuzu zaman zaman ziyaret ediyorum. Çok güzel çalışmalarınız var. Başarılarınızın devamını dilerim. Benim de daha dört aylık bir blogum var, bu konuda çok bilgi sahibi değilim. Benim blogumu da zaman zaman ziyaret etmek ve yorum yapmak suretiyle desteklemenizi bekliyorum. Herkese iyi çalışmalar dilerim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim güzel yorumunuz için... En kısa zamanda uğramaya çalışacağım...

      Sil

Yorum Gönder

Güzel yorumun için kokulu öpücükler, sevgili okuyucu...

Popüler Yayınlar