Ateş Böcekleri Üflemekle Sönmez #4

Ateş Böcekleri Üflemekle Sönmez
"Ona Bir Şans Ver"

Karahan kardeşinin peşinde dolaşmaktan sıkıldığından bahçede oturmuş endişeli bir şekilde yarım saatin dolmasını bekliyordu. Süreyya gittikten kısa bir süre sonra güneşin son ışıkları da kayıplara karışmıştı. Fakında olmadan terleyen ellerini sürekli olarak pantolonuna kuruluyor, sağ bacağını durdurulamaz bir şekilde aşağı yukarı sallıyordu. Ramiz için istediği şeyin çocuk oyuncağı olduğunu biliyordu ama yine de endişelenmeden edemiyor, kendisini bir türlü engelleyemiyordu. 


Karahan beş yaşındayken karşılarında ki apartmanın üçüncü katına taşınmıştı Ramiz'in annesi Ayten hanım. Gel zaman git zaman akranı olmasına rağmen Karahan'ın annesini değil, babaannesi Nadide Hanımı arkadaş bellemişti kendisine. Onun tatlı dilinden, güler yüzünden çok fallarından ve büyülerinden hoşlandığını biliyordu genç adam. Ramiz ve kız kardeşi Nazenin, annelerinden iki yıl sonra gelmişlerdi mahalleye. Babaları başka bir kadınla evlenmiş, kadın da onları istememişti. Babaanneleri de "ben bu yaşta kimseye bakıcılık yapamam" deyince kader sonunda Ayten hanımın yüzüne gülmüştü. Çocuklarını eski karısına vermemek için kırk takla atan adam sonunda kendi elleriyle teslim etmişti onları kadına. Karahan o zaman da şimdi olduğu gibi susar, hatta bazen günlerce konuşmazdı. Kimse anlamasa da Ramiz sustuklarından dinlerdi genç adamı. Çocukluklarından beri her derdini susarak anlattı Karahan. Bu yüzden bu kadının susarak anlattıklarını anlamak istiyordu içten içe. Yardım elini uzatmak, tereddüt etmeden tutmasını sağlamak istiyordu. "Lütfen." diye yalvardı geceye fısıldayarak. "Altından kalkamayacağım bir şeyler çıkarma karşıma." 

"Kara!" kardeşi elinde telefonla yanına yaklaşırken bir şeyler oturdu boğazına. Telefonu aldı ve kendisine endişeyle bakan kardeşine arkasını dönüp derin bir nefes aldı. İskender mesajı aldı ve hiç istememesine rağmen abisini yalnız bırakarak adımlarını hastaneye çevirdi.
"Önemli bir şeyler var mı?"
"Arabanın sahibi Gazel Değirmenci. Otuz dört yaşında. Annesini, babasını ve eşini altı yıl önce bir trafik kazasında kaybetmiş. Bebeği ve kendisinden başka arabadan sağ çıkan olmamış. Yukarıda ki perili köşkü hatırlıyor musun? Şuan ki ikamet yeri olarak orası gözüküyor." dinlerken kaşları çatıldı Karahan'ın.
"Gazel kim lan?" Karahan'ın beyninde ki endişeli ses 'Birilerini mi öldürdü?' diye çığlık çığlığa bağırıyordu.
"Ulan dinlemiyor musun sen beni? Arabanın sahibi işte. Fotoğrafı da var. Kara kuru bir şey bu." dedi adam. Telefonun diğer ucundan bile Karahan adamın yüzünü buruşturduğunu anlayabiliyordu. "Demek artık olgun kadınlardan hoşlanıyorsun." Ramiz'in sesi alay kokuyordu. Karahan onu hiç dinlemeden devam etti konuşmasına:
"Borcu falan yok mu kimseye? Neyle geçiniyor?"


"Gazel Değirmenci'yi tanımadığını mı söylemeye çalışıyorsun Karahan." dedi karşıdan gelen şaşkın ses. Adamın iması Karahan'ın hiç hoşuna gitmedi. "Ne demek o?" dedi dişlerinin arasından.
"En yakın arama motorunda arat çıkıyor zaten. Boşu boşuna plaka mevzularına soktun beni de." Ramiz derin bir nefes aldı içine. "He bir de..." dedi arkadaşının telefonu yüzüne kapatacağını tahmin ettiğinden hızlı konuşuyordu. "Evleniyorum."
Karahan ufak çaplı bir şok yaşadı. Ramiz askerdi, dahası Bordo bereliydi. Asla bir askerle evlenmemeye yemin ettiğinden evlenmeyi uzun bir süre düşünmeyeceğini söylemişti. O bunu söyleyeli altı-yedi yıl oluyordu gerçi. Gelinin kim olabileceği hakkında en ufak bir fikri yoktu Karahan'ın. Daha önce böyle bir mevzu hiç geçmemişti aralarında.
"Kim?"
Hattın diğer ucunda bir sessizlik oldu. "Aslında biri yok. Sadece haberin olsun. Eli yüzü düzgün birini bulunca yüzüğü takarım parmağına. Hem ben görevdeyken annemle Nazenin'e arkadaş olur. Hem de annemin 'yakında karta kaçacaksın' serzenişlerinin sonunu getirir."


"Hadi abi." dedi Karahan alayla. "Gece kıçını örtmeyi falan mı unuttun? Öyle karpuz gibi kız seçildiği nerede görülmüş. Üşütmüşsün herhalde. Allah şifanı versin.  Ayten teyzenin de ellerinden öpüver." Ve cevap beklemeden kapattı telefonu. Hemen internetten hayatında ilk kez duyduğu ismi arattı. Fotoğraftan ona bakan kadın koyu kahve gözleri ve sevimli gözlüğüyle Süreyya'dan başkası değildi. Karahan'ın düşündüğü ilk şey kadının kendisine her konuda yalan söylediği olmalıydı ama onun aklından geçen tek düşünce "kesinlikle otuzlarında göstermiyor" oldu. Altı yıl öncesine kadar yazılmış sürüyle romanı vardı. Ama okuduğu makalelere göre kazadan sonra yazmayı bırakmış, köşesine çekilmişti. Kadının ölene kadar ona yetecek, bok gibi parası vardı. Bu durumda tefeci ihtimali de ortadan kalkmış oluyordu. İki seçenek kalmıştı geriye. Ya bir sapığı vardı ya da aklını kaçırmıştı. Sinirinden kudursa ve o adamı öldürmeyi deli gibi istese de "Umarım sapığı vardır" diye düşündü. '"N'olur sapığı olsun..." diye yalvardı içinden. Sonra da hastanenin soğuk koridorlarını adımlayarak Müzeyyen'in ve bebeğin odasına ulaştı.
İki saat sonra odaya giren doktor taburcu olabileceklerini söyledi. Kardeşinin aldığı derin nefesle gülümsemeden edemedi. Elleriyle omuzlarını sıkıp onu sessiz bir şekilde tebrik etti. İskender gözlerinin içi gülerek baktı abisine. Sonra da arkasında ki kalabalığa dönüp çocuklar gibi bağırdı.
"Eve dönüyoruz!!"


Doktordan beş dakika sonra kapı tekrar açılınca kafalar merakla o tarafa çevrildi. Nadide Hanım parıldayan gözleri ve kahve fincanıyla içeriye girene kadar herkes onun varlığını unutmuş gibi gözüküyordu.
"Aşağıda hanım kızlar fallarına bakmamı rica ettiler, bırakmadılar peşimi. Ben de kıramadım. Al bakıyım şunu Karahan. İç kuzucum."
"Hadi kuzusu." dedi İskender saklamaya çalıştığı kahkahalarının arasından. Karahan gözlerini devirdi. "İstemiyorum." dedi babaannesini kırmak istemediğini belli eden tatlı bir sesle. Babaannesi ağır aksak yanına geldi ve fincanı eline tutuşturdu.
"Ben yaşlı bir kadınım, hafızamda pek kuvvetli değil. Yanlışım varsa düzelt ama istiyor musun diye sorduğumu hiç hatırlayamıyorum." Karahan bir kırk boyunda bir kadının nasıl bu kadar otoriter olduğunu bir türlü anlayamıyordu. Fincanı başına dikti ve tek yudumda bitirdi içindeki kahveyi.
"Görüyor musunuz? Sırf bana inat olsun diye telvesini bile içecekti neredeyse." Karahan bu sözlere ister istemez minik bir tebessüm bahşetti. Fincanı ters çevirip babaannesine uzattı. "Al başımın tatlı belası, al!" diye söylendi. Kadın büyük bir heyecanla fincanı aldı ve Müzeyyen'in yatağının kenarında duran sandalyeye yerleşti usulca. Bardağın biraz soğumasını bekledi. Sonra da buruş buruş olmuş olmuş titreyen parmaklarıyla kaldırdı fincanı. Gördüğü şeyle yüzü gölgelendi.


"Ee?" dedi yatağın başlığına sırtını dayamış oturan Müzeyyen. "Ne görüyorsun?" Nadide Hanım oturduğu yerden kalktı ve odanın içindeki lavaboya ilerledi. Fincanın içini çalkaladı ve derin bir nefes alıp odaya geri döndü.
"Sır gibi sakladığın şu arkadaşın her kimse, yanına gitsen iyi olacak." dedi yaşlı kadın. "Çocuğa da dikkat et." Karahan sanki beklediği şey buymuş gibi hızla ayağa kalktı ve koltuğun üzerinde duran ceketini aldı. Her zaman yaptığını yaparak sorulan sorulara kulaklarını tıkadı. Elleriyle yaşlı kadının kollarına sarıp ondan güç almaya çalışarak,
"Ne kadar kötü?" diye sordu. Kadın torunun yanaklarını şefkatle okşayıp buruk bir tebessüm eşliğinde fısıldadı.
"Tahmin ettiğin her neyse, kesinlikle daha kötü." Daha kötü ne olabilirdi ki?!!
Karahan koşar adımlarla yanlarından ayrıldığında herkesin düşündüğü soruyu İskender dile getirdi.



"Ne gördün?" Nadide Hanım pencereye yaklaştı, endişeyle parlayan gözlerini gökyüzüne dikti. 'Ona bir şans ver.' diye dua etti içinden.
"Dile getirmesek daha iyi." dedi odadakilerin duyabileceği bir sesle.

- devam edecek -

Yorumlar

  1. ya böylesine güzel ve ilginç bir öykü okuduğumu hatırlamıyorum çoktandır. valla bravo sana :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ya çok teşekkür ederim Deep, senin ne kadar iyi bir okur ve yazar olduğunu bildiğimden bu yorumların benim için tahmin edemeyeceğin kadar önemli ♥

      Sil

Yorum Gönder

Güzel yorumun için kokulu öpücükler, sevgili okuyucu...

Popüler Yayınlar