Ateş Böcekleri Üflemekle Sönmez #6

Ateş Böcekleri Üflemekle Sönmez
Sonun Sonu

Dirseklerini masaya dayamış, başını ellerinin arasına almış neler yapabileceğini düşünüyordu Karahan. Süreyya'nın evine yaptığı ziyaretin ardından iki hafta geçmişti, ve bu iki haftanın her dakikası düşünmekle geçmişti. Az ilerisinde kavanozlarındaki böcekleriyle ilgilenen Baha halinden gayet memnun gözüküyordu. Sanki tüm sıkıntılarını genç adama satmıştı da artık tasalanacak derdi kalmamış gibi rahattı çocuk. Kavanozlarını aldı ve arka odada onlar için çaktıkları yeni raflara doğru ilerledi. Adam sıkıntıyla saçlarını çekiştirirken yeni aldığı telefonu titremeye başladı masanın üstünde. Aldığı bu telefondan sonra bu günün hayatının en kötü gününe dönüşebileceğini bilmiyordu, sakince bir şekilde cevapladı.


Telefon kullanmaktan çok hoşlanmadığından sık aranan biri değildi. Acil durumlar dışında telefonu kullanmayacağını ailesindeki her bireyin zihnine kazımıştı. Bu yüzden ekranda kardeşinin ismini gördüğünde endişelenmeden edemedi. Telefonu açıp kulağına götürdüğünde ilk aklına gelen şey küçük yeğeninin yeniden hastalanmış olabileceği ihtimaliydi.
"Sana acil ihtiyaç varmış." dedi kardeşi hattın diğer ucundan. Kaşları kendisinden habersiz havaya kalkarken;
"Hangi konuda?" dedi merakla.
"Bilmiyorum Recep kapıda, sana nasıl ulaşabileceğini bilemediğinden kapıya kadar seni almaya gelmiş." dedi İskender. Karahan bir an için sırtından bir ürperti geçtiğini hissetti. Kardeşinin sesi kulaklarına ulaşana kadar ayakta öylece dikildiğini fark edemedi. "Neyse, dur durduğun yerde Recep dükkana geliyormuş." 
"Hangi Recep?" dedi Karahan bir umut.
"Ulan kaç tane Recep tanıyorsun ki sen? Bizim Recep işte!" 
"Neden arıyormuş ki beni." dedi boğuk bir sesle.
"Tanık manık bir şeyler geveledi. Anlayamadım ki, rüzgar gibi geldi geçti mahalleden." derken acı bir fren sesi duyuldu sokakta. Kendisinden beş yaş büyük adam aceleyle indi polis arabasından, koşarak girdi dükkandan içeri. Elindeki telefonun kapatma tuşuna o sıralarda bastı Karahan.


"Senden şüpheleniyorlar." dedi adam hiddetle yakasına yapışıp. Recep çocukken babaları eğitimine katkı sağladığı için İskender ve Karahan'a göz kulak olur, onlara sahip çıkmaya özen gösterirdi. "O yüzden açık açık soruyorum. Sen mi yaptın?" dedi adam tükürükler saçarak haykırırken. Bacaklarının onu daha fazla taşıyamayacağını düşündü Karahan.
"Neyi?" diye inledi çıkarabildiği son sesle.
"Şu yazar kadın, sen mi öldürdün Karahan?" Karahan çenesinin titremesine engel olamadı. Bacakları daha fazla ayakta durmasına izin vermediler. 
"Ölmüş mü?" demeye çalıştı. Ama hıçkırıklarının arasından zar zor anlayabildi Recep genç adamı. Karahan içindeki tüm acıyı göz yaşlarıyla akıtmaya çalışırken orada öylece dikilmekten başka bir şey gelmedi elinden. Zaten ne yaparsa yapsın Karahan'ın acısını dindiremezdi.


//2 Yıl Sonra//

Sıkıntıyla girdi evin kapısından içeri. Gözlerini üzerinden bir an olsun ayırmamaya gayret eden kardeşi karşıladı genç adamı. İki yıldır en büyük dert ortağı olamakla kalmamış aynı zamanda bebek bakıcılığı görevini de severek üstlenmişti.
"Baha'yı mı görmeye gittin?" diye sordu. Başıyla onayladı onu Karahan. Her cumartesi çocuk esirgemeye küçük çocuğu görmeye gidiyordu. Baba, gelemeyeceği anlatıldığı halde annesinin geri döneceğine olan ümidini hiç kesmiyordu. 
"Döneceğine söz verdi." diyordu her seferinde. "Annem sözlerini her zaman tutar." "Keşke" diye düşündü Karahan. "Keşke dönebilse." Ama kadın defnedilirken Karahan oradaydı. Ve ölüler geri dönmezdi, ne yazık biliyordu genç adam. "Çalışma odasında olacağım, rahatsız edilmek istemiyorum"dedi merdivenleri çıkarken.
"Tamam" Herkes bu duruma alışmıştı artık. Karahan eve döndükten sonra saatlerce o odaya kapanıyor ve bulabileceği başka şeyler arıyordu. Ramiz büyük destek ve kaynak sağlıyordu kendisine. Ama ellerinde hiçbir şey yoktu. 


Ne zaman baksa başladığı noktada buluyordu kendisini Karahan. Öyle zamanlarda tüm dünyayı ateşe veresi geliyordu. En üzüldüğü noktaysa onunla doğru düzgün konuşamamıştı bile. "Neden Süreyya?" diyememişti. Kadın elektrikler gelir gelmez gitmesi gerektiğini söylemiş ve adamı kapıya yöneltmişti. Kapıdan çıkarken çekingen bir tavırla kendisine güvenip güvenemeyeceğini sormuştu. Karahan'da içten bir gülümseme bahşetmişti kadına. "Lütfen gel" demişti kadın. Kapıyı kapatmadan önce iki dakika boyunca beklemişti ama Karahan onun kendisinden bir cevap beklediğini anlayamamıştı. İçinden "Zaten buradayım." demişti Karahan. "Gitmeye de hiç niyetim yok." Peki neden dilinden de dökülmemişti sözcükler. Çekmecesindeki evrakları çıkarıp tekrar dizdi önüne. Kapısı tıklatıldı yavaş bir şekilde. Nadide Hanım'ın minik burnu gözüktü önce, sonra meraklı gözlerini dikti içeriye. İzin istemeden adımını attı odaya. 
"Artık itiraz falan kabul etmiyorum." dedi kadın. "Torunumun kendi kendisini mahvetmesine izin vermeyeceğim."
"İşlerim var babaanne" dedi Karahan sıkıntıyla. Kadın önündeki dosyaları aldı ve bir kenara koydu. Sonra karşısına geçip kartlarını sermeye başladı önüne. Anlamsız çubukları ve dairelerin olduğu kartları ilk kez görmüyordu Karahan. Ailenin geri kalanı inanmasa da Nadide Hanım böyle şeylerle uğraşmaya bayılırdı. Fallar, büyüler ve tılsımlar kendisinin uzmanlık alanıydı.
Kartları karıştırıp kesmesi için önüne koydu genç adamın. 
Karahan itiraz etmedi, son çaresi babaannesine gitmekti ama hala saçma bir inatla aptal saptal kart oyunlarından medet umacak kadar acınacak halde olmadığını kanıtlamaya çalışıyordu kendisine. Kartlara uzandı ve ortadan ikiye kesti. Kartları tekrar karıştıran babaannesi kapalı bir şekilde yarım ay şeklinde yaydı genç adamın önüne. Karahan seçtiği bir taneyi çevirdi ve bir kaç dakika boyunca uzun uzun karta baktı.
"Büyücülükle uğraşıyor muydu?" bu soruyu sorarken ciddi olup olmadığını pek anlayamadı Karahan. Öyle şeylere hiç inanmazdı ki. 


"Sormadım."
"Bir gariplik hissetmedin mi hiç?"
Bu soruya cevap vermek için düşünmesine gerek yoktu adamın. Kadın baştan aşağı garipliklerle doluydu.
"Hayatım boyunca tanıdığım en garip kadındı." diye mırıldandı. "Senden bile daha garipti." Burnunun ucunda duran gözlüğünün üstünden bayık bir bakış attı Nadide Hanım.
"Neden garip olduğunu düşünüyordun?"
Karahan onu garip bulduğu ilk anı düşündü.
"Garip bir kolye takıyordu." 
"Bir kart daha seç. Başka neler vardı?"
Karahan rastgele başka bir kartı seçti ve babaannesinin önüne koydu.
"Gölgelerden saklanıyordu." dedi Süreyya'ya cevap vermediğine lanet ettiği geceye tekrar dönerek.
Nadide Hanım önünde duran karta uzun uzun baktı. Transa girmiş gibi on dakika boyunca kartı inceledi. O sustukça Karahan gerilmeye başladı.
"Ee?" dedi sonunda sessizliğini bozarak. 
"Şu gölgeler." dedi kadın.  "Ruh kapanlar olabilirler. Biliyorsun, kayıp ruhları yakalamak için görevlendirilenler, çocukken sana okurdum." Karahan gülmek istemedi ama alaycı bir gülüş döküldü dudaklarından. Eski Türklere olan ilgisi babaannesinin bu büyü ve tılsım sevdası sayesinde başlamıştı, bunun için ona minnettardı. Ama Eski Türkler için bile 'Ruh kapanlar' sadece bir efsaneydiler. 
"Kartlar da pek bir şey çıkmadı anlaşılan, bu kadar yüksekten attığına göre." dedi genç adam hayıflanan bir tonla.
"Ciddiyim Karahan. Bu aşağılamalarından sonra ağzımı bile açmamam gerekir ama ben yumuşak kalpli bir kadınım. Sana verebileceğim tek tavsiye iki sene öncesine değil altı sene öncesine gitmen olur" dedi kartlarını toparlayıp hışımla odayı terk eden Nadide Hanım. Onu bu kadar öfkelendirebileceğini hiç düşünmemişti genç adam. Bilgisayarının kapağını açıp arama motoruna tıkladı. 'Gazel Değirmenci kaza' yazdı karşısında çıkan boş alana. Ve arattı, yine. Belki milyonuncu kez... Eğer bir katil varsa onu sekiz yıl öncesinde nasıl bulacağını bilemiyordu. Ama tekrar tüm haber sayfalarına tıkladı. Hepsini sanki ilk kez okuyormuş gibi titizlikle inceledi. Tahmin ettiği gibi hiçbir şey bulamadı. Sonra gözü alt sıralarda kalmış bir fan sayfasına takıldı. Daha önce haber sitelerinin dışında kalan sitelerden uzay çağı teorileri yüzünden uzak durmaya çalışmıştı ama bu başlık dikkatli çekmeyi başarmıştı. "Katil Hala Yaşıyor!" Başlığın üzerine tıkladı ve içerik önünde akmaya başladı. 


Yazıyı okurken farklı hiçbir şeye rastlamadı Karahan, içerik kazada diğer arabayı kullanan katili yermekle ve hala nefes alacak kadar şanslı olduğu için ona lanet etmekle alakalıydı. 
Halbuki evrakları incelediğinde tüm suçun Değirmenci ailesinde olduğunu anlamıştı Karahan. Diğer arabanın şoför koltuğunda oturan Nevzat Karayel hastaneye getirilirken üç kez kalbi durmasına rağmen nefes almaya devam etmişti. Ancak hastaneden çıkmayı başaramamış kazadan iki ay sonra gözlerini hayata yummuştu.. Bu sayfada da bir şey bulamayacağını düşünüp sekmeyi kapatacakken gördü ismi. Önerilenler kısmında parıl parıl parlayarak gözüne ilişmeye çalışıyordu sanki. Trafik kazasından bir yıl sonra yazılmıştı yayın.
"Süreyya Karayel"
Kalbinin derinliklerinde bir yerlerde bir kıpırtı hissetti Karahan. Hemen ismin üzerine tıkladı. Sayfa önünde yenilendi ve paragrafın başında okuduğu cümleler nefesini kesti genç adamın. 
'Gazel Değirmenci'nin geçirdiği trafik kazası hala gündemi meşgul etmeye devam ediyor.
Doktorlar kazanın ardından yoğun bakıma kaldırılan Süreyya Karayel'in bitkisel hayata girdiği teşhisini koydu.' 
Sandalyesini geriye düşürecek bir hızla ayağa kalktı. Beyninde tonlarca tilki aynı anda zıplamaya başladı. 
"Ateş böcekleri üflemekle sönmez. Dünyanın tüm ışıklarını söndürseler bile buraya girmeyi başaramazlar."
"Şu gölgeler. Ruh kapanlar olabilirler."
"Lütfen gel!" 
"Siktir" diye bir küfür döküldü dudaklarından, akabinde isterik bir kahkaha attı. Bir süre ne yapacağını bilemeden dikildi ayakta. Önce kapıya doğru ilerledi. Sonra elleriyle saçlarını karıştırarak masaya geri döndü. Telefonunu eline aldı ve aklına gelen ilk kişiyi aradı. 
"Söyle." 
"Bana birini bulman gerekiyor." dedi merdivenlerden koşarak inerken. 

*
"Süreyya Karayel." dedi karşısında oturan kadına heyecanla. 
"Yakını mısınız?" dedi kadın dudaklarını büzerek. "Öyleyse ziyaret günleri ve saatleri var. Bunlara dikkat etmeniz gerek." 
"Bakın ben..." diyecek olmuştu ki
"Karahan?" diyen soru dolu tanıdık sesi duydu. Karşısında duran buz beyazı teni, soluk pembe çilleriyle çatlak kuzeninden başkası değildi.


"Ne işin var burada." dedi boş bakışlarla.
"Doktoruma reçete yazdırmaya geldim. Kremlerim bitmek üzereydi. Asıl senin ne işin var burada?"
Kuzeni çatlaktı falan ama hayatında ilk kez işe yarayacakmış gibi duruyordu. 
"Senin şu doktordan bir şeyler rica edebilecek kadar kredin var mı?" Mai sanki Karahan onu aşağılıyormuş gibi bir bakış atı. Sonra da otuz iki diş gülümsedi.
"Deli misin? Gel hadi."
Beş dakika sonra Semih'in yardımlarıyla steril kıyafetlerini giymiş 221 numaralı odanın kapısından içeri giriyordu. Cızırdayarak öten makinelerin arasında kırılgan bir şekilde uzanan Süreyya'yı hemen seçti gözleri. Alıştığı görüntünün tam aksi bir görüntü vardı karşısında. Koyu kahve kabarık saçların yerini kısa kesilmiş açık kahve saçlar almıştı. Eskiden süt beyazı olan teni artık buğday, hatta esmerdi. Gözleri kenarlarından hafif çekikti. Yanaklarını süsleyen sevimli çilleri vardı. "Ya sandığım gibi değilse" diye endişelendi bir an için. Ya Gazel kafayı yemişse ve vicdan azabı yüzünden kendisini Süreyya'nın yerine koymuşsa. 
"Ne olur öyle olmasın! Belki çok imkansız ama ne olur kaybolmuş bir ruh olsun sadece!"
Bu ince ve narin beden tam da Süreyya'ya ait gibi gözükmüştü gözüne. Yatağa biraz daha yaklaştı, soluk ışıkta daha iyi seçmeye çalıştı yüzünü. İçini bir korku kapladı tekrar. Ya gitmişse, ya gerçekten kaybolmuşsa ne olurdu?


"Süreyya..." diye mırıldandı iki yıldır sustuğu adı.
"Bekliyor muydun bilmiyorum ama, geldim." dedi gözünden bir yaş yavaşça akarken. Ne çok özlemişti onu. Nasıl böylesine sevebilmişti bu kadar kısa zaman içinde! 
"Hadi." dedi inatçı bir çocuk gibi. "Ateş böcekleri üflemekle sönmez dememiş miydin? Kanıtla hadi. Aç gözlerini."
Kontrol için içeriye giren hemşire onu yakalayana kadar oturup genç kadına dil döktü.
Zorla dışarıya çıkarıldıktan sonra uzun bir süre boyunca hastaneye girmeyi başaramadı. Sabaha doğru tüm güvenlik görevlilerini atlatıp koşarak girdi içeriye. Kimseye fark ettirmeden aceleyle çıktı yoğun bakım katına. 221 numaralı odayı buldu ve hızla içeriye attı kendisini. Kapıyı ardından kapattığında sol tarafında ki koltukta uyuyan yaşlı kadına ilişti gözleri. Annesi olmalı diye düşündü. İlk gelişinde fark etmemişti, kadın uyanırsa da ne söyleyeceği hakkında pek bir fikri yoktu. Onu uyandırmamak için yavaş bir şekilde döndü arkasını. Kendisine şaşkınca bakan bir çift menekşe gözle de işte tam o an karşılaştı. Menekşelerinden tanıdı kadını. İşte oradaydı! İki yıl önce kaybettiği Süreyya'sı, şimdi tam karşısında duruyordu!
"Lütfen gel!" demişti ona. 
Mırıldandı genç adam. "Geldim."
                                                                          -Son-

                                      Bölüm 1 / Bölüm 2 / Bölüm 3 / Bölüm 4 / Bölüm 5

Bu kısa hikayeyi de burada bitiriyorum canım okur. Biraz yavaş ilerledi bende daha fazla çile çektirmek istemediğimden her şeyi bu bölümde bağlamaya çalıştım. Umarım sıkılmamışsındır. Yeni hikayelerde buluşana kadar, şimdilik sevgiyle kal...

Yorumlar

  1. Yanıtlar
    1. Galiba benim için dünyalar kadar önemli bu yorum ♥ Teşekkür ederim :))

      Sil
  2. heeeey çok güzel dokunaklı bitti. ya bana açıklasana şunu. gazel ile süreyya bağlantısını. kazadan başka bağlantı var mıydı. dur bak şimdi. süreyya öldü gömdüler. sonra iki yıl sonra hastanede buldu. ay burayı açıklasana. bu öyküyü yazdığın hayal dünyanı istiyorum ben :) bu öyküyü açıklayan bi yazı yazsana yaaaa. gizeme döndü iyice :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aklımdaki diğer kısa hikayeyi de bununla ilintili yazmayı düşünüyordum (gerçi tüm kısa hikayelerim bir ortak paydada buluşuyorlar ama...) orada açıklayacaktım dahasını ama bana mailini yazarsan sana kısa bir özet geçeyim istersen ♥ :D

      Sil

Yorum Gönder

Güzel yorumun için kokulu öpücükler, sevgili okuyucu...

Popüler Yayınlar